İhlâs Eğitimi ve Terbiyesi
İhlâs, her türlü şirk, bâtıl inanç ve kötü duygudan uzak durmak, kullukta riyâdan, beşerî ilişkilerde menfaat hesaplarından sakınmaktır. Özet ifâdesiyle ihlâs, Allah’a yönelişte sâdece Hakk’ı ve rızâsını gözetmek, araya halkı sokmamaktır.
Amel ve davranışlarda duygu ve düşüncelere değer kazandıran ihlâstır. Amel ve ibâdetlerde ihlâs, bedene göre ruh mesâbesindedir. Bu dünyâda insan, ruh ve beden bir arada olduğunda bir anlam ifâde eder. Ruhsuz bedenin, bedensiz rûhun anlamı yoktur. Amel ve ibâdetler de aynen onun gibi ihlâsla değer kazanır. Çünkü ihlâssız bir amelin anlamı olmadığı gibi, amelsiz bir ihlâsın da değeri yoktur.
İhlâs kolayına ulaşılabilecek bir seviye değildir. Hatta insanın kendisini ihlâslı sanması, ihlâs eksikliğinin alâmeti sayılır. Tasavvufî telakkîde sıdk ve ihlâs arasındaki sıkı ilişkiye dikkat çekilmiş, ihlâs niyetteki sıdk ve sadâkat olarak görülmüştür. Bu yüzden sâdık ve muhlis aynı kapıya çıkan iki kavram olarak değerlendirilmiştir.
Kur’an’daki: “İblis dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara günahları süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesnâ” (Hicr:39,40) âyeti bunu ifâde etmektedir.
İhlâsa ermenin yolu devamlılıktır. Nitekim ihlâsla ibâdetlere sarılan ve Hakk’ın rızâsını kazanmak için çaba sarfedenlerin sonuçta ihlâsla amele muvaffak olacağına şu âyet-i kerîme işâret buyurmaktadır: “Allah’ın rızâsını kazanmak ve gönüllerdeki cömerdliği güçlendirmek için mallarını hayra infâk edenlerin durumu bir tepede kurulmuş güzel bir bahçeye benzer. Hem de üzerine bol yağmur yağdığında iki kat ürün veren bahçeye…” (Bakârâ:265) Âyetteki ifâdeler Allah’ın rızâsına muvâfık infâkın, amel sâhiplerini temize çıkaracağını ve derecelerini artacağını anlatmaktadır. Kullarının yaptığı her şeyi gören Allah onların amellerinin kendisi için mi, yoksa başkaları için mi olduğunu da görür ve bilir.
İnsanoğlunun ihlâsa erme mücâdelesinde dört büyük düşmandan bahsedilir. Bunlar dünyâ, şeytan, nefs ve hevâdır. Bu dörtlü engel insanda ihlâsın zıddı olan riyâyı tetikler. Bu yüzden ihlâsa erebilmek için bu dört büyük düşmanın üstesinden gelmek ve her birini en etkili silahla vurmak gerekir.
İhlâs, Hakk’a adanmışlığın en yüksek seviyedeki tezâhürü sayılabilecek bir vasıftır. İhlâsın zıddı ve amellerde onu yaralayan özellik riyâdır. Riyâ özellikle Hakk’ın kullarına hizmette insandaki kendini gösterme motifinin ve başkaları tarafından beğenilme duygusunun azdırdığı rûhî bir zaaftır. Bu zaaftan kurtulmanın yolu Hakk’a ibâdet sırasında yaratıkları hiç görmemek, Allah için yapılan amelde sünnete riâyete titizlik göstermek ve Hakk adına yapılan hizmetten lezzet duymaktır. Çünkü Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de buyurur ki: “Onlar sâdece Allah’a ibâdetten ve dîni yalnızca O’na has kılmaktan başkasıyla emrolunmadılar.”(Beyyine:5)
İhlâs kulu, yakîn ve İhsân makamına yükselten bir özelliğe sâhiptir. Bu yüzden ihlâs, farzları îfâ, sünnetleri edâ ve edeb, iç içe geçmiş koruma duvarları gibidir. Kişiyi îmân bakımından muhâfaza eder ve yakîne erdirir. Dışarıdan içeriye doğru bakıldığında en dıştaki, edeb duvarıdır. Kul edebe riâyet ettikçe şeytan kendisine erişemez. Kul edebi terk ettiğinde şeytan ona önce sünnetleri, sonra farzları ihmal etmeyi telkîne başlar. Kulun, şeytanın bu telkînine karşı direnci azalır. Bu yüzden kul, nefs ve şeytanın direncine karşı güçlü olmak için her hâl ü kârda edebe riâyet etmeli, sünnetleri korumalı ve farzları îfâ ile ihlâs makamına yükselme çabası içinde olmalıdır.
Amellerdeki ihlâs duygusunda Hakk’ın rızâsı ve âhiret kaygısı ön plandadır. Dünyâ hayâtının ve dünyâya âit nîmetlerin amellere gölge düşürmesi, amellerin sonuçlarını da değiştirmektedir. Nitekim şu âyet-i kerîme bu konuda çok önemli bir ölçü ortaya koymaktadır: “Dünyâ hayâtını ve güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam veririz; onlar orada bir eksikliğe de uğratılmazlar. İşte âhirette onlara ateşten başka bir şey yoktur. İşledikleri şeyler orada boşa gitmiştir. Zâten yapmakta oldukları da bâtıl; yâni kabûl şartlarına uygun değildir.”(Hûd:15,16)
Yapılacak iş aynı olmakla beraber amele karışan niyetin, sonucu değiştireceği açıktır. Nitekim Hz. Ali’ye izâfe edilen kıssa meşhûrdur. İmâm Ali savaşta kâfirle cenk etmiş ve onu altına alıp tam boğazını keseceği sırada kâfir onun yüzüne tükürmüş. İmâm Ali yüzüne tüküren kâfiri bırakınca o, şaşkınlıkla: “Ne diye bırakıyorsun beni? Ben seni hiddetlendirmek için yüzüne tükürmüştüm ve beni daha hiddetle öldürürsün sanıyordum.” İmâm Ali demiş ki: “Ben seni Allah için öldürmek istiyordum. Ancak sen yüzüme tükürünce öfkelendim ve fiilime hiddet gâlip oldu. Hiddet ise intikam kokan nefsânî bir duygudur. Ben seni böyle nefsânî bir duyguyla öldürürsem yaptığım iş ihlâs hudûdundan çıkar, ben de kâtil olurum.”
İhlâs, amel ve davranışlara ilâhî yardımı çağıran ve mânevî bir gücün oluşumunu sağlayan yüce bir duygudur. İhlâs sâhibi samîmî kullar, ihlâssız kimselere nisbetle daha güçlü ve başarıya daha yakındır. Nitekim Allah Teâlâ buyurur ki: “Nice sayıları az topluluklar vardır ki sayıları çok olan topluluklara Allah’ın izniyle (ihlâsları sâyesinde) gâlip olmuşlardır. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakârâ:249)
İhlâsa ermenin yolu nefsin arzularını, hevânın tutkularını kırmak, dünyâ ve halktan ümidini kesmek ve bütün himmetiyle âhirete teveccüh etmektir. Bu yapılmadan hâlis gibi görünen ameller bile bâzen riyâya bulaşmış ve içine dünyevî çıkarlar karışmış olabilir. Dünyâ menfaati, nefsânî tutku, şeytan iğvâsı ve hevâ tuzağı görünmeyen mikroplar gibi insanın amel dünyâsına tasallut eder ve ibâdetlerindeki ihlâsı bozar. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de şu ayet-i kerîmeyle bu konuya işâret etmektedir: “Kıyâmet gününde Allah tarafından onların hesâba katmadıkları şeyler (ameli bozan günahlar) ortaya çıkarılır ve bunlar kendilerine gösterilir.” (Zümer:47)
İhlâs birincisi ibâdette, ikincisi ibâdet dışındaki diğer amellerde olmak üzere iki türlüdür. İbadetteki ihlâs, ibâdet sırasında yalnızca Allah rızâsını düşünmek ve sonucunda sevâba nâil olmayı ummaktır. İbâdet dışındaki fiil ve davranışlardaki ihlâs ise onları da Allah rızâsı için yapmaktır. Âdet ve davranışların ihlâs ile yapılması onları ibâdet kıvâmına yükseltir. İbâdetlerin ihlâs ve samîmiyetten uzak, boş duygu ve düşüncelerle yapılması onları âdet seviyesine, riyâ ile yapılması ise kabahat ve günah derekesine düşürür.
Dünyâ malının helâline talip olmanın mahzuru yoktur. Mahzurlu olan kulun yaptığı amelleri dünyâya ve dünyâ nîmetlerine âlet etmesidir. Çünkü amellerin asıl faydalı olacağı yer âhirettir. İhlâs ehli kimseler yaptıkları amellerden dünyâya âit bir beklenti içine girmezler. Hatta amellerinin karşılığını dünyâda görmenin âhiretteki ecri azaltacağını düşünürler. Nitekim Allah Teâlâ dünyâ nîmetleri ile âhiret kazancını tüketenleri şöyle uyarmaktadır: “Siz tükettiniz dünyâ hayâtınızdaki nîmetlerinizi ve onlarla safâ sürdünüz. Bugün size sâdece horlanma ve azâb vardır.” (Ahkâf:20)
İhlâs, ibâdet ve davranışların tamamlayıcı şartıdır. İbâdetlerde nasıl maddî şartlar varsa en az onlar kadar önemli mânevî bir şart vardır ki, o ihlâstır. İhlâsın elde edilmesi ve ona ulaşılabilmesi ciddî bir ihlâs terbiyesinden geçmeye bağlıdır. O da ihlâssızlığa teslîm olmamak, ihlâsa ermek için ısrar ve samîmiyetle niyetlerimizi düzeltmektir. Kulun çabasıyla elde edilecek ihlâsın sonucunda Allah’ın lütfedeceği ihlâsa erdirilmişlerden olmak ise ayrı bir nasiptir. Ama o da ihlâstaki samîmiyetin devamına bağlıdır.
“Allâh’a inandım deyip dosdoğru kullarından olabilmek” duâ ve niyâzıyla ihlâs ve samimiyet üzere bulunmayı ve öylece bir hayat sürdürmeyi Rabbimizden niyâz ederiz.
Şeref İŞLEYEN
serefisleyen@hotmail.com