İl genel Meclis Başkanı Ünal Tuygun yüksek sesle anlatıyor biz de kahkahaları patlatıyorduk. Öyle güzel bir anlatımı ve espri anlayışı var ki kendinizi kaptırıp onun sizi götürdüğü yerde buluyorsunuz kendinizi. Zımparataşı diyor Muammer Yıldıztaşı’ndan bahsederken, tespitleri doğru olduğu için bu güzel espriyi Muammer kardeşimiz için söylenmiş bir beğeni olarak kabul ediyoruz. Muammer’in sivri uçlu bir kalem olduğunu hepimiz biliyoruz (sanki Ünal farklı da). Düşündüklerini, görüp eleştiriye gerek gördüklerini o ince ve çekinmez üslubuyla kaleme alır Muammer kardeşim.
Bundan üç sene önce Çırahane’de ilk tanıştığımızda “Sizin bir şiirinizi besteledim” dedi, ben de “bir gün dinleriz inşallah” diyerek memnuniyetimi belirttim. Aynı günlerde şimdi “Anagold” şirketinde danışmanlık yapan fotoğraf sanatçısı Halil Yüksel’le de yine Çırahane’de tanıştık. Nedense o da bana çok sıcak geldi.
Cengiz Bahşi’yle kendi mekânında bir sohbet esnasında bu iki insandan söz ettiğimde: Metin Abi; Erzincan’da sevilmeyen iki kişi var sen ikisini de çok seviyorsun” diye söyleyince; “Ben dürüst ve fikrini çekinmeden söyleyen mert insanları severim” dedim.
Yine bir gün Çırahane’deki bir sohbetimizde Yusuf Bahadır Ulucan Hocamıza; Muammer Yıldıztaşı’nın Pozitif Pencere adlı köşesindeki yazılarını beğendiğimi söyleyince:
O yazar mı? Dedi.
Şirden anlıyor deyince de:
O şair mi? Dedi.
Benim bir şiirimi bestelemiş” deme gafletinde bulununca da Yusuf Hoca patlattı espriyi:
O bestekâr mı?
Şimdi ne zaman Yusuf Hoca, Cengiz ve ben bir araya gelip de Muammer kardeşimizden bahsetsek,
O yazar mı?
O şair mi ve
O bestekâr mı?
Deyip basıyoruz kahkahayı.
Bunu Muammer Bey’in yanında söylediğimizde o da katılıyor gülmekten. Muhabbet bambaşka bir şey canım, önemli olansa birbirini anlamak.
Çırahane’nin önü açık alan olduğu için havadar, biz yazar-çizer takımı orada oturup sohbeti seviyoruz. Yine güzel bir Ramazan akşamında yemekten sonra eşim Valâ Hanım’la geldik ekip ordaydı. Hava biraz rüzgârlı olduğu için eşim içerde oturdu biz dışarda gülüp eğlenirken o içerde sıkılmış olmalı ki bir ara bana “Eve gidelim” dedi. “Tamam, çağırayım taksiyi gidelim” dedim (Erzincan’a geldiğimizden bu yana bir taksiyle anlaştık bizi istediğimiz yere götürüp getiriyor). Taksi geldi arkadaşlara veda edip binip gittik.
Ertesi gün Hamdi Ülker aradı ve telefonda: “Abi biz orda dururken taksi çağırman doğru oldu mu” dedi. “Eyvah ben ne halt ettim” dedim içimden. Hamdi’ye “Muhabbet çok koyuydu bozmak istemedim” dedim. “Olsun abi hepimizin arabası var birimiz götürür bırakırdık” deyince de yaptığımdan utanmış olarak; “Özür dilerim yanlış yapmışım bir daha olmaz” diyerek ayıbımı kapatmaya çalıştım.
“Eğer insanlar size değer veriyorlarsa mutlaka bir nedeni vardır” diye söylendim kendi kendime. Hamdi kadar mütevazi ve kendini içine saklayan birini daha görmedim. Sessiz görünümünün altında kendinden emin ve inatçı bir kişilik yattığını ise sonradan gördüm. İnandığı doğrulardan kopmayan bir karakter, buna rağmen bağışlayıcı bir ruh yapısına sahip.
Beraber olduğumuz bu genç ve benden nerdeyse 20-30 yaş küçük olan pırlanta gibi insanlar öyle temiz kalpli ve açık sözlüler ki tarifi imkânsız.
Halil İbrahim Özdemir’le de farklı duygular hissetmiştik ilk tanıştığımızda. O çekingen, bense samimi tavırlıydık. Ofisinde konuşurken: “Metin Abi ben, öyle hemen herkese fbirdenbire yaklaşmam ama seninle sanki kırk yıllık dostmuşuz gibi hissettim” dedi. O da içini dışına vurmayı sevmeyen temiz yürekli biridir. Beni birine tanıştıracak olsa; “İşte mağdanusları sarhoş eden adam bu” diye söz eder. Ne yalan söyleyeyim benim de hoşuma gitmiyor değil.
Vehbi Yurt Beyefendi ile ilk tanıştığımız akşamdı, çok kalabalıktık o gün ve masada karşılıklı oturmuştuk. Halil İbrahim Özdemir, Vehbi Bey’e: “Vehbi, Metin Abi’ye fazla yaklaşma bağımlılık yapıyor” deyince hepimiz kırıldık gülmekten bu güzel espri karşısında.
Aslında onlar benim hayatımda bağımlılık yaptılar, onların sayesinde kendimi bir on yaş gençleşmiş buluyorum, hayata bağlılığım artıyor.