ERZINCAN

Erzincan'da veli - evliya var mı? Birçok keramet gösteren bu Allah dostları kimlerdi?

"Onlar görüldüğü zaman akla Allahu Teâlâ gelir. Yüzleri nurludur. Onlarla beraber bulunanlar şakı olmaz."

Abone Ol

Türkiye’nin birçok yerinde olduğu gibi Erzincan’da  birçok evliyaya ev sahipliği yapmış bir il. Manevi dünyamıza ışık saçan ve dünyaya gelme nedenimizi bize anlatan bu Allah dostları bir çok insanın hayatına dokunup aydınlığa eriştirmiş. Hal o ki Erzincan’da bulunan ziyaretlerin önemli bir kısmını evliya türbeleri oluşturmakta. Bu evliyalar birçok keramete sahip olmuş ve belli bir topluluğu peşine katmış Allah dostları. Peki Erzincan’da yetişmiş bu evliyalar kimdir? Kabirlerinin ziyaret edilmesinin dahi birçok feyz ve katkısı olduğu söylenen bu  evliyaların hayat hikayeleri nedir? Merak ediyorsanız doğru yerdesiniz.

Öncelikle bilmeyenler için açıklık getirelim;

Evliya ne anlama gelir?

Dost, arkadaş, itaatkâr ve işi üstlenen kişi anlamına gelmektedir.Evliya, veli kelimesinin çoğuludur. İslami terminolojide veli; Allah’ın sadık dostu ve sevgili kulu demektir. Evliya, Allah’ın şeriatına bağlı, hak ve hakikate âşık kimsedir. Velayet; muhabbet, yardım ve Allah’ın emirlerini tebliğ etmektir.

Hz. Peygamber (s.a.s.) de evliyayı şöyle tarif etmiştir: "Onlar görüldüğü zaman akla Allahu Teâlâ gelir. Yüzleri nurludur. Onlarla beraber bulunanlar şakı olmaz."
Evliyanın kerâmeti haktır. Evliya, kerâmetini din için bir delil olarak kullanır.

Evliyaların özellikleri nelerdir?

Evliyaların kerameti olur. Gaybı yalnız evliya değil, melekler ve hatta Peygamberler bile bilmez. Ancak Allahü teâlâ, dilerse, herhangi bir kuluna da bildirir. Peygamber efendimizin gaybı bildiren çok mucizesi vardır. Evliyanın da gaybı bildiren çok kerametleri görülmüştür.

Evliya gören kimsenin gönlü ona mail olur. Evliyanın her sözü, her hareketi İslam’a uygundur. Yanında bulunan kimselerin kalblerinde Allah korkusu ve Allah sevgisi hâsıl olur. Başka şeylerden soğur. Evliya, ölü kalbleri diriltir. Kalblerdeki pası temizler. Onun yanında duranın günah işleme arzusu yok olmaya başlar.

Evliyaların İtikadında bozukluk olamaz. Amelde ve itikadda bid’atin zulmeti, evliyalık nurunun kalbe girmesine mani olur. Kalb, bid’atlerden temizlenmedikçe ve doğru itikad ile süslenmedikçe, hakikat güneşinin ışıkları oraya giremez.

Evliyalar bütün kötü huylardan uzaktır. İyi huylarla süslenmiştir. Kendisine zulmedeni affeder, darılana iyilik ve ihsanda bulunur. Onda mal, mevki ve şöhret hırsı bulunmaz. Övülmeyi sevmez. Yerilmekten korkmaz. Tevazu sahibidir. Kendisini kimseden üstün görmez. Hiç kimseyi aşağılamaz. İlim sahibidir, ihlâsla amel eder. Kimsenin zararını istemez. Herkese merhamet eder, acır. İnsanların saadeti için çalışır. Sözünde durur. Emanete riayet eder. Kimseye hıyanet etmez. Suizan, gıybet ve fitneden kaçar. Haklı olsa da münakaşa etmez. Belalara, sıkıntılara göğüs gerer. Nimetlere şükreder. Ehline danışarak iş yapar. Günah işlemekten ve bilhassa imansız gitmekten çok korkar. Çok istigfar eder.

Kısacası evliya en iyi insan demektir. Muhammed Salim hazretlerine, (Bir kimsenin evliya olduğu nasıl anlaşılır?) dediklerinde, (Tatlı dili, güzel ahlakı, güler yüzü, cömertliği, münakaşa etmemesi, özürleri kabul etmesi ve herkese merhamet etmesi ile bir kimsenin veli olduğu anlaşılır) buyurdu.

Erzincan’ın en bilinmiş evliyalarından bazıları;

Hacı Muhammed Sami Efendi Hazretleri Erzincan. (d.1848 / ö.1912) Son asırda Anadolu'da yetişmiş velilerdendir. ...
Pir Fethullah Hazretleri Erzincan. ...
Pir Mehmed Erzincanî Hazretleri Erzincan. ...
Pir Muhammed Erzincanî Hazretleri Erzincan. ...
Salih Baba Hazretleri Erzincan. ...
Terzi Baba Hazretleri Erzincan.

Evliyalarımızı kıssaca tanıyalım;

Hacı Muhammed Sami Efendi Hazretleri 

Son asırda Anadolu'da yetişmiş velilerdendir. Pir-i Samî diye de bilinir. Babası Erzincan'ın meşhur Kırtıloğulları sülalesinden İbrahim Efendidir. 1264 (m.1848) yılında Erzincan'da doğdu. 1330 (m.1912) yılında yine Erzincan'da vefat etti. Kabri, Eski Erzincan'da, Terzi Baba Mezarlığı'na giden yol üze¬rindeki dergâhının bulunduğu mezarlıktadır. İlim tahsiline memleketinde başladı. Daha da yükselmek için İstanbul'a gelip Fatih Medresesi'nde tahsilde bulundu. İcazetini alıp tekrar Erzincan'a döndü. Cami-i Kebir'de vaazda bulundu. Hınıs ve Erzurum rüşdiyelerinde dört yıl muallimlik yaptı. Bitlis ilinin Nurşin köyünde bulunan Abdurrahman Tâğî Hazretleri'ne intisap etti. İki yıl hizmetten sonra kendisine hilafet vererek Erzincan'a gön¬derdi. Onun iki yıl gibi kısa bir zamanda hilafet alması, Abdurrahman Tâğî Hazretleri'nin diğer müridleri arasında intikal edince şöyle dedi: "Hacı Samî Efendi'nin hocaları, lambasının şişesine gazını koymuş, fiti¬lini takmış, bize yalnız bir kibrit çakmak vazifesi kalmıştı. Biz de onu yaptık." Hacı Muhammed Samî Efendi, hilafet aldıktan sonra önce köyüne geldi. Daha sonra babasından da izin alarak Erzincan'a geldi. Burada irşad hizmetle¬rini sürdürdü. Geriye altı erkek iki kız evlat bırakarak 1330 (m.1912) yılında ahirete yürüdü. Kendisinden sonra irşad görevini, halifelerinden Beşir Efendi sürdürmüştür.

Pir Fethullah Hazretleri 

Anadolu'da bulunan Allah dostlarının önde gelenlerindendir. Adı, Pir Fethullah olup, doğum tarihi bilinmemektedir. 861 (m.1456) yılında Erzin¬can'da vefat etti. Hocası Pir Muhammed Hazretleri'nin Cami-i Kebir yakı¬nındaki kabrinin yanına defnedildi. Pir Fethullah Efendi, tahsil için Tebriz ve Horasan'a gitti. Molla Cami Hazretleri'nden ders gördü. Uzun Hasan onu müderris olarak Erzincan Medresesi'ne tayin etti. O daha çok Şeyh Muhammed Erzincanî Hazretleri'nin hiz¬metini yürüttü. Halvetiye usulünü öğrenip ondan hilafet aldı. Kendisinden sonra yerine Hacı Halife postnişin oldu. Bu zat o sıralarda Antep'te bulunuyordu. Pir Fethullah Efendi'nin talebelerinden biri hemen onu sordu. Oradakiler: "Kırk gündür Erbain çıkarmak için ibadettedir. Çıkmasına iki gün kaldı" dediler. Hacı Halife halvetten çıktığında Pir Fethullah Efendi'nin talebesi olanları anlatıp, onu Erzincan'a götürdü. Pir Fethullah Efendi Hazretleri’nden sonra, Erzincan'da onun yolunu Hacı Halife devam ettirdi.
Pir Muhammed Erzincanî Hazretleri 

Allah dostlarının büyüklerindendir. Adı, Pir Muhammed'dir. Erzincan ilinin Kaleric köyünde doğdu. Doğum tarihi bilinmemektedir. 869 (m.1464) yı¬lında Erzincan'da zelzelede şehid oldu. Kabri, Erzincan'da Camii Kebir ya¬nındadır. Tahsilini Erzincan'da tamamladı. Tasavvuf yoluna girmesine bir rüyası sebep oldu. Bir gece rüyasında deniz gördü. Kenarına gelip, denizden geçmek istedi. Kenarda birçok gemi bulunuyordu. Gemilerden her biri yolcularını almış hareket etmek üzereydiler. Pir Muhammed bunlardan birine binmek istedi. Fa¬kat binemedi. Hangisine binmek istediyse gemiciler binmesini engellediler. Bu sırada gemiden şöyle bir ses geldi: "Bu gemilerin sahibi seyyid bir zattır. Git hizmetine gir ve ondan izin al. O zaman binebilirsin. Yoksa kimse seni gemiye almaz ve buradan geçemezsin. O zatın adı Yahya-i Şirvânî'dir." Bunun üzerine Pir Muhammed, Seyyid Yahyâ-i Şirvânî Hazretleri'ni bulup derdini ve rüyasını anlattı. Seyyid Hazretleri ona: "Nasibin varmış" deyip, kendi gemisinde yer gösterdi ve birlikte yola çıktılar." Pir Muhammed sabahleyin bu rüyanın tatlı tesiriyle uyandı. Derhal yol hazırlıklarını yapıp talebelerini bir başka müderrise teslim etti ve Şirvan'ın yolunu tuttu. Uzun yolculuktan sonra Şirvan'a vardı ve Seyyid Yahya Hazret¬leri'nin huzuruna çıktı. Seyyid Yahya Hazretleri ona: "Ey Molla Muhammed! O gemilerdekiler Halvetiyye yolunun yolcuları¬dır. Yolumuz kolay ve güzeldir. Hoş geldin" dedi. Onu talebeliğe kabul edip, Halvetiyye yolunun edep ve erkânını öğretti. Bir köşeye çekilip ibadetle meş¬gul olmasını tembih etti. Uzun bir terbiye ve tedrisattan sonra kendisine hilafet verip, irşad hizmetlerinde bulunması için Erzincan'a gönderdi. Pir Muhammed Hazretleri de Kaleric kasabasında yerleşip orada bir mescit ve bir dergâh inşa ettirdi. Cuma günleri Erzincan'a gelip Cami-i Kebir'de insanlara vaaz ediyor, diğer günlerinde Kaleric'e gelip irşad hizmetlerini sürdürüyordu. Bir gün sohbet sırasında taliplerine şöyle dedi: "Bize ilham edildi ve şöyle denildi. Ey Pir Muhammed! Bizim üzerimize bir bela gelmek üzeredir. Eğer bu belanın geri çevrilmesini istersen bizim ya¬nımıza gelmelisin" denildi. Şimdi kim bizimle birlikte şahadet şerbetini içmek isterse burada kalsın. Bir miktar daha dünya hayatı yaşamak isteyenlere biz izin veriyoruz. Dışarı çıkabilirler. Onlar bu gece bizimle birlikte olmasınlar" bu¬yurdu. Bunun üzerine talebelerinden yedi kişi hariç, diğerleri sohbet yeri olan camiden dışarı çıktılar. O gece güçlü bir zelzele oldu. Cami yıkıldı. Yedi talibi ile birlikte Pir Muhammed Hazretleri şehidlik şerbetini içtiler. Camiden başka hiçbir yere zarar dokunmadı. Şehir halkı durumu öğrenince büyük bir üzüntüye düştüler. Sonunda Muhammed Erzincanî ve yedi talebesini defnettiler. Muhammed Erzincanî Hazretleri'nin gasli sırasında bazı kendini bil¬mezlerin: "Bu zat veli olsaydı böyle bir ölümle ölmezdi" demeleri üzerine. Pir Muhammed Erzincanî Hazretleri'nin dile gelip: "Ey benim halimi bilen Rabbim! Sana inanıyor, sana güveniyorum" diye sesi duyuldu. Bunu işiten gafiller hayrette kalıp tevbe ettiler. Erzincan, bir süre için Erbiloğlu hâkimiyetine girdi. Erbiloğlu kuman¬danlarından Kaçarlı Han'ı Erzircan'a gönderdi. Kaçarlı Han bir gün Erzincan halkının ziyaret yeri olan Pir Muhammed Erzincanî Hazretleri’nin kabrine gi¬dip, hakarette bulundu ve elindeki topuz ile kabir taşına vurup, sarık kısmını kırdı. Sonra da gururlu bir şekilde atına binip oradan ayrılmak istedi. Daha bir adım bile atmadan atının ayakları kırılıp yere çakıldı. Kaçarlı Han'ın da ke¬mikleri birbirine geçti. Hemen oracıkta ölüsünü bir çukura gömdüler. Sonradan Şeyh Muhammed Erzincanî Hazretleri’nin kabrini ziyaretten dönenlerce, bu evliya düşmanının gömüldüğü yere "lanet tası" adı verilen taşların atılması adet oldu. Şeyh Muhammed Erzincanî Hazretleri'nin önde gelen halifelerinden dör¬dü şunlardır:
Pîr Ahmed Hazretleri,
Pîr Fethullah Hazretleri.
Pîr İbrahim Mükemmil Hazretleri,
Çelebi Halife Hazretleri.
Pir Muhammed Erzincanî Hazretleri'nin vefatından sonra görevini, Çele¬bi Halife Hazretleri sürdürmüştür

Pîr Ahmed Hazretleri

Evliyânın önde gelenlerinden. İsmi Pîr Ahmed'dir. Erzincan'a bağlı Tabih adlı köyde doğdu. Babası aslen Hemedanlıdır. Erzincan'a gelip o civarda Pîr Muhammed Erzincânî hazretlerinin akrabâsı bir hanımla evlenmiş ve orada ikâmet etmişti. 1465 (H.870) târihinde Erzincan'da vefât etti. Kabr-i şerîfleri Erzincan'da, doğum yerleri olan Tabih köyündedir.

Pîr Ahmed daha küçük iken babası onu Şeyh Muhammed Erzincânî hazretlerine götürdü ve hizmet etmesi için yanına verdi. Pîr Ahmed, evliyâ âilesine hizmetle büyüdü. İlim ve edeb öğrendi. Kur'ân-ı kerîmi ezberleyip, Hâfız oldu. Genç yaşta Muhammed Erzincânî hazretlerinden icâzet, diploma almakla şereflendi. Erzincan civârında hak yolun bilgilerini anlatıp öğretmekle meşgûl oldu.
Pîr Ahmed hazretleri, ilim, edep ve güzel ahlâkı ile meşhûr oldu. Tüccar olan babasının vefâtıyla kendisine çok mal kalmıştı. O bunları hep hayır işlerinde harcadı. O civarda câmiler ve dergâhlar yaptırdı. Yaptırdığı câmiler yanında hep su çıkmıştır. Pîr Ahmed hazretleri ömrünü ibâdetle geçirdi.
Pîr Ahmed'i, hocası Muhammed Erzincânî hazretleri çok severdi.Sultan Fâtih ile Uzun Hasan arasında yapılan muhârebeden sonra sulh için Uzun Hasan, Fâtih Sultan Mehmed Hana onu aracı olarak gönderdi. Pîr Ahmed, Sultan Fâtih'e geldiğinde huzûrunda Kur'ân-ı kerîmden bâzı âyet-i kerîmeleri okuyup, okuduğu yerlerin tefsîrini yapmıştı. Fâtih Sultan Mehmed Han bunun üzerine memnuniyetini bildirip, Uzun Hasan ile sulha râzı oldu. Pîr Ahmed'e iltifat edip; "Lutfedip İstanbul'da ikâmet etmeniz mümkün olmaz mı?" diyerek İstanbul'a dâvet etti.Pîr Ahmed sonraları bir ara İstanbul'a gelip Ayasofya'da vâz ü nasîhatlerde bulunup Fâtih ile sohbet ettiler. Daha sonra da memleketleri olan Erzincan'a döndüler.

Salih Baba Hazretleri 

Erzincan'da yetişen Allah dostlarındandır. 1263 (m.1846) yılında doğdu. Babası Mustafa Efendi imam idi. 1324 (m.1906) yılında Erzincan'da vefat etti. Erzincan'da Kırtıloğlu Tekkesi yakınında Akmezarlığa defnedildi. Tasavvufta Halidiyye yolu rehberlerinden Muhammed Samî Erzincanî Hazretleri'nden feyiz alarak kemale erdi. Daha önceleri tüfek ustalığı ile uğ-raştığı bilinmektedir. Tasavvufta kemale erdikten sonra pek çok şiir yazmış ve talebe yetiştirmiştir. Şiirlerinin toplandığı bir Divan'ı yazdı. Tekke edebiyatında son devir şairlerinden olan Salih Baba şiirlerinde bütün türleri kullanmış, gazel türüne ise ağırlık vermiştir. Şiirlerinde tema ola¬rak bu dünyanın geçiciliğini, asıl hayatın ahiret hayatı olduğunu, Allahü Teala'nın emir ve yasaklarına uymak gerekliğini işlemiştir. Şiirlerinden örnek aşağıdadır:
Ömür cevherdir kadri bilinmez
Sakın gafletle geçirme zamanı.
Cihanda şimdi gâl ehli çoğaldı.
Söz ile kandırır nice civanı.
 Bir başka dörtlük daha:
Şeyhim bana sultan imiş,
Hakk'tan bize ihsan imiş.
Görün beni aşk ne imiş,
Amiri derviş eyledi.

Terzi Baba Hazretleri 

Terzi Baba Hazretleri Anadolu'da yetişen büyük velilerdendir. Hicrî 1195 (m.1780) yılında, bazı kaynaklara göre Erzurum'da bazılarına göre de Erzincan'da doğmuştur. Adı, Muhammed Vehbi'dir. "Hayyat Vehbi" olarak şöhret bulmuştur. 1264 (m.1847) yılında Erzincan'da vefat etmiş, dergâhının bulunduğu yere defnedilmiştir. Bugün bu yer, "Terzi Baba Mezarlığı" diye anılmakta ve türbe mezarlığın ortasında bulunmaktadır. Terzi Baba temel din bilgilerini tahsil ettikten sonra, anne ve babasının isteği üzerine, bir sanat sahibi olmak için terzilik öğrenmeye başladı. Terzi Ba¬ba diye meşhur olması buradan gelmektedir. Dünyaya hiç önem vermezdi. Ahirete meyli ise çok fazla idi. Mesleği ile meşgul olurken ibadetini terk etmez, nefsinin isteklerini yerine getirmeme hu¬susunda azamî gayret gösterirdi. Mevlâna Hâlid-i Bağdadî Hazretleri'nin halifelerinden Şeyh Abdullah Mekkî Efendi Hazretleri ile görüştü ve ona talebe oldu. Bundan sonra Terzi Baba'nın manevî mertebesi günden güne ilerledi. Sülukünu tamamlayıp Ab¬dullah Mekkî Hazretleri'nden hilafet aldı. Abdullah Mekkî Efendi Hazretleri ile tanışmaları şöyle oldu: Terzi Baba, hem dikiş diker, hem de dili ve kalbi ile Allahü Teala'yı zik-rederdi. Dükkânında dikiş dikerken, her iğneyi kumaşa geçirip çıkarışta İsm-i Celal'i anar, "Allah" derdi. Halim, selim ve alçak gönüllü bir zat idi. Kimsenin halini bilmesini istemezdi. Fakirleri çok sever ve bu sevgisini açıkça belli ederdi. Bir gün Erzincan'a seyyah fakirlerden birisi geldi. Üzerinde bulunan palto çok eski olduğu gibi, ele alınamayacak kadar da kirli idi. Bu zat paltosu¬nu diktirmek içini şehirde bulunan terzileri tek tek gezdi. Fakat başvurduğu ter¬ziler onu dikmek şöyle dursun, el sürmekten bile çekindiler. Terziler o fakir zata alay yollu: "Şurada Terzi Baba var. Ona götür, o diker" dediler. Zavallı fakir zat terzi Baba'yı buldu. İsteğini anlattı. Terzi Baha'dan red yerine hüsn-ü kabul gördü. Terzi Baba ona: "Paltoyu bırak, inşallah yarın hazırlarım" dedi. Terzi Baba paltoyu alıp önce güzelce yıkadı, kuruttu ve sonra da dikti. Ertesi gün de fakire elbisesini teslim etti. Bütün bu yaptıklarının karşılığında ücret almadı. O fakir zat, palto¬sunu temizlenmiş ve dikilmiş olarak görünce çok sevindi. Bu sırada Terzi Ba¬ba'ya bakıp Yüce Allah'ın sevdiklerinin sohbetine kavuşması için kalben dua etti. O günlerde Mevlana Malid Bağdadî Hazretleri, halifelerinden Abdullah Mekkî Efendi Hazretleri de önce Erzurum'a uğramış, sonra Erzincan tarafına yönelmişti. Erzincan'a yaklaşınca, yanındaki arkadaşlarına: "Hocamızın bize tarif eylediği memleket Allah bilir ya burası olsa gerek. Burada bir zatın bizde emaneti vardır" demişti. Abdullah Mekkî Efendi Haz¬retleri Erzincan'ı şereflendirince, insanlar akın akın ziyaretine geldiler. Gelen¬ler arasında Terzi Baba da vardı. Abdullah Mekkî Efendi Hazretleri, ilk defa gördüğü Terzi Baba içeri girince ayağa kalktı. Davet edip yanında yer verdi. Hiç kimseye göstermediği iltifatı Terzi Baba'ya gösterdi. "Mevlana Halid Bağdadî Hazretleri'nden biz de bir emanet var. O ema¬nete seni müstahak gördüm. Bu emanet sana çok menfaat sağlar. Kabul edersen sana teslim edeyim" dedi. Terzi Baba da: "Siz bilirsiniz efendim. Maddî menfaatse, dünya için eyvallah demem" cevabını verdi. Abdullah Mekkî Efendi Hazretleri bu cevabı alınca: "Oğlum, sen bulacağını buldun. Teslim edeceğim emanet seni dünya sevgisinden kurtarmaktan başka bir şey değildir" buyurarak Terzi Baba'ya himmetle nazar edip, emaneti tevdi etti. Şah-ı Nakşibend Bahaeddin Buharı Hazretleri'nin yolunda terbiye edip kemale ermesini sağladı. Terzi Baba'nın durumu çevreye kısa zamanda yayıldı ve insanlar ziyare¬tine akın edip gelmeye başladılar. Ancak çok geçmeden bozguncular tayfası da harekete geçti. Onun ümmî olup okuryazar olmadığını bahane ederek ve birta¬kım isnadlarda bulunarak şehrin müftisine şikâyette bulundular. Müfti Efendi onu Sıfat-ı Zâtiyye ve Sıfat-ı Sübûtiyye lerinden imtihan etti. Terzi Baba gerçeği ortaya çıkarmak içini soruya şöyle cevap verdi: "Yüce Allah'ın bu şehirde yaşayanlara göre yedi, diğer beldelere göre sekiz Sıfat-ı Sübûtiyyesi vardır. Bu beldeye göre Yüce Allah'ın Subûti Sıfatları şunlardır: İlim, Semi', Basar, İrade, Hayat, Kelam ve Tekvin. Bu şehre göre Yüce Allah'ın Kudret sıfatı yoktur. Çünkü bu şehrin insanları Yüce Allah'ın Kudret sıfatını inkâr etmektedirler. Bu şehrin insanları O'nun kudret sıfatına inansalardı, Yüce Allah'ın bir ümmî kulunda, insanlara doğru yolu gösterme kabiliyetini yaratmaya kadirdir, derlerdi." cevabını verir vermez orada bulu¬nanlar, Terzi Baba'nın Ledün ilmine sahip kâmil bir zat olduğuna ikna olup, ellerine kapanarak af dilediler. Ona gereken ikram ve hürmeti göstermeye baş¬ladılar. Terzi Baba'nın yetiştirdiği halifeler arasında Hafız Rüştü Efendi, Hacı Mustafa Fehmi ve Leblebici Baba önemli yer işgal ederler. Yunus Emre tarzın¬da ilahileri de bulunan Terzi Baba'nın "Miftâhu’l-Kenz" isimli bir eseri bu¬lunmaktadır.

Tesbih Baba

Erzincan velîlerinden. Haçlı seferleri sırasında şehid düşen gâzi dervişlerden olduğu tahmin edilmektedir. Kabri yaklaşık yüz yıl önce devrin önemli velîlerinden Beyzâde Ali Efen di tarafından bulunmuş olup, vücûdunun hâlâ sağlam olduğu, kılıç yaralarının belli olduğu görülmüştür. Türbesi, Harput'un güneyinde, merkeze bir kilometre mesâfede Tilkilik denilen kayalıkların önünde olup, ziyâret mahallidir.

Şeyh Abdurrahim Reyhani El Erzincani

Nakşibendi Tarikatının Halidî kolu Erzincan Şubesi’nin dördüncü şeyhi ve Altın Silsilenin otuz sekizinci halkası Şeyh Seyyid Abdurrahim Reyhan (K.S) Hazretleri 1930 yılında Erzincan’ın Keleriç (Karakaya) beldesinde dünyayı teşrif etmişlerdir. Babası ‘Seyyid’ nesebli ve ‘Emiroğulları’ sülalesinden Hoca Hüseyin Efendi’dir. Annesi keşif ve keramet sahibesi saliha hatunlardan Tûbî Hanım’dır.

Hoca Hüseyin Efendi, Şeyh Muhammed Beşir el-Erzincani (K.S) Hazretlerinin âlim ve fazıl en büyük oğludur. Muhammed Beşir Hazretleri, Halidî Kolu’nun Erzincan Şubesi, kurucusu Şeyh Muhammed Sami (Pir-i Sami) Hazretlerinin halifesidir.
Abdurrahim Reyhan (K.S) Efendi’nin yaşadığı belde, erenler yatağı olarak pek çok tasavvuf büyüğünün mührünü taşıyan bir bölgedir. Abdurrahim Reyhan (K.S), çocukluğundan itibaren çevresinde gördüğü sevgi ve saygı uyandıran özelliğinden ötürü ‘Abdurrahim’ ismine ilaveten kendisine ‘Efendi’ olarak da hitap edilmiş asıl ismi ile birlikte kullanılmaya başlanmıştır.

Babası Hüseyin Efendi, dedesi Erzincanlı Nakşi Şeyhi Muhammed Beşir Efendi ile Otlukbeli ve Tercan’daki dergâhta kalır ve hizmet eder. Sonraları Keleriç’e yerleşerek bağcılık ve tarımla uğraşır. Abdurrahim Efendi 14 yaşında yetim kaldığında altı kardeşi vardır. Çok farklı bir çocukluk dönemi yaşayan Abdurrahim Efendi, arkadaş ve akranları oyun oynarken, vaktini kitap okumakla ve günlerini tefekkürle geçirirmiş.

Ailesinin geçimini sağlamak için bir yandan babasından tevarüs eden bağcılık ve tarım işlerini yürüterek, diğer yandan da marangozluk ve ustalık yapar.
Dedesini henüz iki yaşındayken kaybeden Abdurrahim Efendi’nin bağrında hep bir ‘dede’ özlemi ve iştiyakı olur. Bunu sohbetlerinde sürekli dile getirir. Dedesi Muhammed Beşir Efendi’nin (K.S) halifesi Dede Paşa diye bilinen Musa Baştürk (K.S) ile babasının vefat ettiği günlerde karşılaşır. 1944’teki bu karşılaşmadan 13 sene sonra 1957 yılında Dede Paşa’ya (K.S) intisap eder. İntisabından önce, rüyasında dedesi Muhammed Beşir Hazretleri’ni (K.S) görür. Bu rüyada dedesi Abdurrahim Efendi’ye şöyle buyurur: “Bizim bağın üzümü dururken neden ellerin bağından üzüm yemeye çalışıyorsun?”. Bu hitap, Abdurrahim Efendi’nin dedesine olan özlem ve iştiyakını daha da arttırır ve bu rüya kendisine bir işaret olur. Keleriç’e gelen Dede Paşa’nın ziyaretine gider ve onu görünce huzurda bayılır. Ayılınca, Paşa Hazretleri’ne orada intisap eder. 1957 yılındaki bu ikinci karşılaşmada Abdurrahim Efendi ‘‘fenafişşeyh’’, yani şeyhinde fani olma, makamına vasıl olur. Bunu o mecliste hazır bulunanlar sonradan ifade etmişlerdir. 1972 yılında ‘’zikir tacı’’ ile şereflenir ve teveccüh emriyle irşad halifesi olur. Şeyh Efendisi Musa Baştürk Hazretleri’nin 4 Eylül 1973 tarihinde dar-ı bekaya irtihalleri üzerine, Nakşibendi Tarikatı, Halidî Kolu’nun dördüncü şeyhi olarak irşad faaliyetlerini yurt içinde ve yurt dışında yürütmeye başlar.

Önce Keleriç’te sonra Erzincan’da sohbete müsait dergâhlar inşa eder. Manevi bir işaretle Erzincan’dan hicret ederek 1986’ da İstanbul’a yerleşir. Buralarda sohbetleri ve irşad görevi sürerken, sayısı artan ihvan talebeleriyle, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere, pek çok şehir ve belde, özellikle de Avrupa’nın birçok ülkesindeki dergâhlarda, sohbetler ve teveccühler yaparak irşad görevini yürütür.
Kendisini vakvetmiş bu irşad görevi esnasında, memleket hizmetinde bulunan, ilim erbabını ve gençleri destekleyen Abdurrahim Reyhan (K.S), bu yolda Reyhan Vakfı’nı kurdurarak ihtiyaç sahiplerine yardımlarını her türlü menfaatten sıyrılarak yapmalarını insanlığın şanından saymıştır. Hayatının sonlarına doğru pek çok hastalıktan muzdarib olmasına rağmen yurt içi ve yurt dışı seyahatleriyle sevenlerini irşada devam etmiştir.

Son devrin müridi ve muhibbi, mahviyetin zirvesi, Ariflerin Kutbu, Nakşi Meşayihi, Evliyaullah, Gönüller Sultanı, Es-seyyid Abdurrahim Reyhan Efendi (K.S) Hazretleri âşıkların sevdası, salihlerin leylası, kâmillerin seyranı idi. Kendisine ait birkaç kıyafetten başka hiçbir dünya malını arkasında bırakmadı. 25 yıllık irşat görevinden sonra 24 Ocak 1998 tarihinde Ramazan ayının Kadir Gecesi’nde İstanbul’da dar-ı bekaya hicret etti. Hem İstanbul hem de bir gün sonra Erzincan’da kılınan cenaze namazlarında muhteşem bir cemaat kalabalığının salavat, tekbir ve dualarıyla Terzi Baba Mezarlığı’nda dar-ı bekaya uğurlandı. Bilahare defnedildiği mübarek mekâna türbe yapıldı.

Onun bizzat yaptırdığı sohbet toplantı mekânları, vakıf binaları (dergâhlar) halen hizmet vermektedir. Hizmeti olan her Müslümanın hayırla anılmasını isterdi.

Öldükten sonra dahi yaşam tarzları ve bıraktıkları eserlerle isteyen tüm kesime ilimleriyle ışık saçmaya devam eden bu Allah dostlarının günümüzde hala varlıklarının devam ettiği söylenmekte. Din adamlarının konu ile ilgili açıklamalarından hareketle Evliyaların gösterdikleri kerametlerin efsanelerle karıştırılmaması gerektiği ise çok açık.