DÎNİN ÜÇ TEMEL UNSURU VE MÂHİYETİ

Abone Ol

DÎNİN ÜÇ TEMEL UNSURU VE MÂHİYETİ

Îman, İbâdet ve Ahlâk…

Bu üç unsur, dînin temelini, getirdiği inanç sistemini ve bu nizâmın hayata, hangi usûl ve esaslar çerçevesinde tatbik edileceğinin temel ilkelerini belirliyor…
Din en kısa ve net tarifiyle; Allâh’ın irâdesinin vahy yoluyla açılımıdır.
Bu açılımın, beşeriyet/insanlık âlemi nezdindeki yansımasıdır.
Vahy, teorik (kuramsal, nazarî) anlamda insan aklı da dâhil, tüm beşerî güçlerden üstündür. Zira, “aktif ve kurucu olan” vahydir, “pasif ve alıcı olan” ise akıldır.
Peygamberlik müessesesi, âlemin (insanlık âlemi) rehberidir, rûhudur.
Din, en yalın ve net ifâdesiyle; “Allâh’a inanma ve O’na kulluk borcunu yerine getirme” nizâmı olduğuna göre, onun bir inanç/ibâdet/muâmelât/ahlâk/siyâset… gibi temel bölümler (prensipler) içermesi de elbette zorunludur.
Dînî yaşayış/davranışı ortaya koymanın en bâriz alâmeti, sâdece inanmak ve inancın ikrârı/ızhârı değil, onu biçimsel/şekilsel bir tarz olarak ta ortaya koymaktır.
“Vahyin öğretisini pratize etmek, eyleme dönüştürmek, aksiyon hâlinde bir ömür o öğretinin ardından koşmak, teorik anlamda vahyedilmiş olana, pratik anlamda hayatiyet kazandırmak demektir” ki, makbûl olan da budur.
Bu târife uygun olarak; sağlam ve sahih bir îmân, sâlih bir amel, bu iki hususta sabır ve sebât, vahyin bilgisi (ilim), sorumluluğun ağırlığını kaldırıp taşıyabilecek bir yürek, yine Kur’ân’ın ve sahih sünnetin yükünü omuzlarında taşıyabilecek disipline edilmiş bir rûh ve beden gerekir.
Bir ibâdet, zor olan kısımlarının yanı sıra, kolay olanlarının da bulunması yönüyle aslâ basit gibi görülmemeli, hafife alınmamalıdır ve bilinmelidir ki, zor olanın da, kolay olanın da sahibi ve yaratıcısı Allâh’tır. Allâh (c.c.) ise, bütün hafife alınma, basit görülme, önemsenmeme gibi düşünüşlerden, görüşlerden münezzehtir.
Allâh’ın Zâtına ve sıfatlarına hasrettiğimiz yücelik ve kudsiyeti, O’nun sözlerine de göstermeli ve her türlü tahfiften sakınmalıyız.
Ahlâk “içtenliği” ifade eder ve biz buna, dînin düsturları çerçevesinde “ihlâs ve ihsân” adını veririz.
Yani, yaptığımız/yapacağımız her işe/davranışa samimiyet yükleyerek onu ihlâs ve ihsân kıvamına sokarız ve biliriz ki biz her ne kadar iş ve davranışlarımız, söz ve tartışmalarımız karşısında Rabbimizi göremiyor ve O’nun da bizi gözetlediğini müşâhade edemiyorsak ta O bizi mutlak mânâda görüyor, her yapıp ettiğimizi kayıt altına aldırıyor.
Bu sebeple ihsân makâmını göz önüne alarak derzi ki, “her ne kadar biz Rabbimizi görmüyorsak ta, O bizi görüyor. O nasıl görmek istiyorsa, biz de işimizi ona göre yapalım, sözümüzü ona göre söyleyelim.”
Şimdi, her hâdiseye bu pencereden bakabilen biri, yanlış işler yapabilir mi, istenmeyen sözler söyleyebilir mi?
Îmân, Allâh’ımızı tanıma,
İbâdetlerimiz O’na itaat etme,
Sergileyeceğimiz ahlâk ise, Rabbimizi sevme boyutunu temsil ve teşkil eder.
Îmân akla ve bilgiye (ilme) dayanmalı, ibâdetler îmân/inanç ve sahih kanaatleri dikkate almalı, ahlâk ise, gönül ve ondan neş’et eden duygu derinliği dikkate alınarak temâyüz etmelidir.
Aksi takdirde dînin üç temel unsuru olarak bildiğimiz îmân, ibâdet ve ahlâk ilkeleri zedelenir, rûhunu, huzûrunu, te’sirini, şevkini ve makbûliyetini kaybeder.
Bugün yaşadığımız hayatın zevksizliğinin, gayeden uzak oluşunun, rahmet ve merhametten kopuşunun, insanlar üzerinde bir öfke, nefret, güvensizlik ve samimiyetsizlik bulutu oluşturmasının belki de en büyük sebebi ve alâmeti budur.
“…Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim…” Mâide, 5/3
“Allah nezdinde hak din İslâm'dır…” Âl-i İmrân, 3/19
Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, âhirette ziyan edenlerden olacaktır!” Âl-i İmrân, 3/85
Bugünki çelişkiler yumağı hâllerimizi, istenmeyen yapıyı, anlayışı ortadan kaldırmak, dîni doğru bir anlayışla yeniden yaşamaya koyulmak, ilkeli ve disiplinli bir hayatı, huzûr iklimini yeşertecek istikbâli önümüze koyabilmek ve cehenneme namzet adaylar olmaktan kurtulup, Rabbimizin rızâsı ve cennet umûduyla yaşayabilmek için kalplerimizi ve kafalarımızı Kur’ân’a açmalı, ondan uzaklaştıran her şeyden uzaklaşmalıyız.