İnsanız işte...
Nâkıs varlıklar...
Zaman zaman dil sürçüyor, yazarken kalem nefsin irâdesine bırakabiliyor hâkimiyeti...
Taşlar elimizde...
İşimize geldiği gibi, terâzinin hangi kefesine istiyorsak oraya koyabiliyoruz.
"Herkes yanlış yapabilir, ama ben yapmamalıyım" felsefesi olmalı insanda azıcık...
Sosyal medyada; Facebook'ta, YouTube’da, lânet okuyanlar, küfredenler, hakâret edenler, nefret helezonu oluşturanlar, kin kusanlar, montaj yapanlar, imaj oluşturanlar, algılarla oynayanlar...
Kimler yok ki..?
Bilenler, bilmeyenler…
Gülenler, ağlayanlar…
Hesap açıp hesap kapatanlar…
Hesabı soğutup sonra donduranlar…
Saklananlar, açığa çıkanlar…
Mutlu olanlar, mutsuz kalanlar…
Gelişigüzel takılanlar, kıyasıya yazışanlar…
Hiç bir "kavl-i leyyin"in kendisini tatmin etmediği "ene"si yüksek insanlar...
Sosyal medya sayesinde rûhen tatmin olanlar…
Ses çıkaranlar, sessiz kalanlar, iz bırakanlar…
İmajına asla toz kondurmayanlar...
Hayatında ilmî bir makâle okumamış, Kur’ân’ı açıp anlayarak bir kere mânasına bakmamış, hadis nedir, sünnet nedir, fıkıh neden bahseder? Bilmeyen adam, sanki “her şeyin en doğrusunu ben bilirim”, “âlemi ben yarattım”, “benim sayemde böyle oluyor” havasında…
Bu maraton ne kadar sürer?
Sosyal medya, nereye kadar?
A-sosyal hayat bize ne katar?
Bir gün bir engele takılır kalırız…
Belki de bir çalının dikenlerinde asılı kalırız…
Çok sesli bir dünyadan, şatafatlı bir yaşantıdan, ayaklarımızın yere basmadığı âlemlerde dolaşmaktan…
Hunharca tüketmekten, soluksuz koştuğumuz hırs ve heveslerin ardından,
Sessiz bir ölüm alır götürür bizi dünyadan..!
........................
“Dünya hayatı sadece oyun ve oyalanmadır; ahiret yurdu sakınanlar için daha iyidir.
Düşünmüyor musunuz?”
(En’am 6/32)