Cuma Sohbetleri
02.01.2015
Başlarken…
Tüm mevcûdâtı “kün (ol)” emriyle yaratan, izzet ve şerefi yarattığı varlıklar içerisinde insana vererek onu diğer yaratılmışlardan üstün kılan, yaratıldıkları gün ki temizlik ve sâfiyetlerini bozmamaları için akıl ve nakil nimetini kendilerine veren, aklı da vahyin emrine âmâde kılan, peygamberlerini; inanan insanların rehberi, inanmayanların ise dâvetçisi kılan Allâh Teâlâ hazretlerine hamd ederiz.
Yine tüm mevcûdât içerisinde kendisine en üstün ve itibarlı mevkinin verildiği, rahmet ve mücâdele peygamberi olarak risâlet görevine başlayan, Kur’an ve Hadis’in hayata nasıl aktarıldığını yaşayarak ve yaşanmasına vesîle olarak gösteren, maddeten aramızdan ayrılsa bile, söz fiil ve takrîrleriyle müslümanların hayatında dipdiri varlığını koruyan ve üstâd Necip Fâzıl Kısakürek’in;
“Müjdecim, kurtarıcım, rehberim, peygamberim…
Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!”
dizelerinde tarifini bulan kâinâtın serveri Hz. Muhammed Mustafâ (s.a.v)’e salât ve selâm eyleriz.
Gelmiş ve geçmiş insanlık için bir nümûne olarak anlatılan, islâmın hayata uygulanmasında her nev’i aktif ve bereketli hizmetleri üstlenen, yaşayışları ile ‘semânın yıldızları gibi’ insanlığa parlak bir gelecek sunan temiz ashâba ve her türlü sıkıntı ve zorluklara rağmen onları takib eden güzîde müslümanlara da selâm ederiz.
Doğu gazetemizdeki bu ilk yazımız ve bundan böyle devam etmeyi arzuladığımız yazılarımıza; imân ve irfânın, nâmus ve iffetin, amel ve takvâ hayatının bekçiliğini yapan, yapma gayret ve samimiyetinde olan ve niyetine kulluk ve kardeşlik bilincini yerleştiren müslüman kardeşlerimin bilgi dağarcıklarına katkıda bulunmak, hayır ve iyiliklere Rabbimizin lütfu sayesinde birlikte erişebilme çabası içerisinde olabilmek duasıyla devam edeceğiz. Allâh’u Teâlâ biz müslümanları Kur’an’da nasıl anlatmışsa, biz de anlatılan o ışık aydınlığında islâmi meseleleri ifâdeye çalışacağız.
Âhir zamandayız… Eğer bizler hakikaten iman etmiş kimseler isek -ki öyledir- Allâh’ın âyetlerine ve âyetlerin işaret buyurduğu mes’elelere de inanmak zorundayız. Allâh’a (c.c), emirlerine ve Resûlü’nün yoluna itiraz ve isyân edenler, aşırılıkta önde gidenler, peygamberlerin diliyle lânetlenmiş kimselerdir.
“Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca, biz de kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık.” (A’raf-165) buyurulur. O halde;
“Ya iyiliği emr ve kötülükten nehyedersiniz, ya da Allâh Teâlâ sizin kötülüklerinizi size musallat eder. Sonra aranızdaki iyiler duâ etmeye kalkışır, fakat duâları kabul olunmaz.” (H.Şerif-Taberâni)
Kıymetli kardeşlerim, bu dinin ihyâ ve icrasından ‘müslümanım’ diyen herkes sorumlu… Çoban, memur, imam, bekçi, doktor, polis, ev hanımı, talebe, hoca, müdür… Herkes sorumlu. İslâmda sınıf ayrımı yoktur, ruhbanlık yoktur. Herkes “bir tarağın dişlileri gibi eşittir. Üstünlük ancak takvâ iledir.”
Dinin korunmasını Hz.Allâh’a, Mehdî’ye, Hz.İsâ’ya havâle ederek, kendilerini hizmetten, mücâdele ve mücâhededen beri sayanların bu dinde yeri ve değeri yoktur. Bu dinin ihyâsında, ‘ilk müslümanlar’ nelerle muhatap ve mükellef tutulmuşlarsa, bizler de ayni mükellefiyetleri yerine getirmekle yükümlüyüz. Kendimizi aldatmayacağız. Boynuzlu koçun boynuzsuz koçtan hakkını soracağı ve hakkını alacağı yani hesaplaşacağı bir güne doğru koşar adım gidiyoruz.
“Ey imân edenler! Eğer siz Allâh’a (islâm dinine) yardım ederseniz, Allâh’ta size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.” (Muhammed-17)
Ve “Ey imân edenler! Allâh’ın yardımcıları olun!” (Saff-14)
İşte görülen Sünnetullâh budur. Allâh’a inanan her mü’min bu yoldan geçmiştir. Yani islâm yolundan, o yolun şartlarına riâyet etmek suretiyle ömürlerini tamamlamışlardır. Kimse ‘ucuz cennet’ arayışı içerisine girmemiştir.
“Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler, sizin başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Başlarına öyle yoksulluk ve sıkıntı geldi, öyle sarsıldılar ki, nihayet peygamber ve beraberindeki müminler: “Allâh'ın yardımı ne zaman?” demişlerdi. Biliniz ki Allâh'ın yardımı çok yakındır.” (Bakârâ-214)
Bedeli ödenmemiş bir iman, “küllenmiş bir imandır” Beleş kazandığımız, mirasyedi olarak elde ettiğimiz servetin bize ne kadar faydası oluyorsa, hiç bedelini ödemediğimiz, babamızdan miras kalmış gibi aldığımız, ama dönüp bakmadığımız, uğruna acı, sıkıntı, keder çekmediğimiz, ‘ben berberim’, ‘ben terziyim’ diyen kadar dahi ispatını yapmadığımız bir imanın bize, hayatımıza ve ölümümüze ne hayrı dokunabilir ki!
Her şeyden önce kendi ruhumuz için kendi canımız için hazırlık yapmalıyız. Önden bir şeyler takdim etmeliyiz azık hükmünde. Yani bedenimizin saadetini düşünmeden önce ruhumuzun saadetini düşünmeliyiz. Tek taraflı yaşamamalıyız. Etin ve kemiğin lezzetine dalmamalı, Ruhun lezzetini unutmamalıyız.
Milâdi yeni yıl, bir muhasebe ve şuur vesilesi olsun, hayırlar getirsin inşâAllâh… Leyle-i Mevlid ülkeme ve âlem-i İslâm’a mübârek olsun.
Huzûru hak ve hakikatin bahçesinde arayanlara da selâm olsun.
Şeref İŞLEYEN
serefisleyen@hotmail.com