Terör saldırıları, siyasi cinayetler, suikastlar, şüpheli ölümler, katliamlar Türkiye’nin birliğini, beraberliğini ve bütünlüğünü hedef alan olaylardı. 1990’lı yıllar Cumhuriyet tarihimizin en karanlık dönemiydi. Bu dönemin en karanlık yılı ise, şüphesiz ki 1993’tü. Uğur Mumcu suikastından Adnan Kahveci ve Eşref Bitlis’in şüpheli kazalarla ölümlerine Turgut Özal’ın vefatından 33 erin şehit edilmesine kadar sayılmayacak derece karanlık olay art arda yaşandı. Halkın güven duygusunu hedef alan olaylar zincirine Temmuz ayının başında Madımak ve Başbağlar eklendi. Bu iki olay gelişigüzel ortaya çıkmamıştır. Gizli emelleri olan karanlık odaklar milletin içine tefrika sokmak için düğmeye bastı.
“Yeni Dünya Düzeninin” en büyük hedefi, toplumları parçalayıp toza dönüştürerek, itiraz kudretinden yoksun bir yığın haline getirmek. Türkiye gibi, geçmişi ve kültürüyle bu sisteme karşı alternatif oluşturabilecek ülkelerin de en basit haliyle kontrol altına alınması için, yukarıda bahsettiğimiz olaylara benzer birçok olay yaşadığını hep birlikte şahit olduk. 2016 yılı içinde yaşadığımız 15 Temmuz işgal girişiminin öncesi ve sonrasındaki terör olaylarını da bu perspektiften değerlendirmek gerekir.
Başbağlar katliamı tek başına anlatıldığında terör örgütünün kanlı bir eylemi olmanın ötesinde bir anlam taşımayacaktır. Ancak 3 gün öncesinde Sivas’ta yaşananlar birlikte okunduğunda her iki olayın asıl amacı, daha net görülecektir. Başbağlar, Madımak Oteli ve çevresinde yaşanan olaylarda 37 kişinin öldürülmesinin intikamı gibi gösterilmek suretiyle milletimiz karşı karşıya getirilmek istenmiştir. İki toplu cinayette birini var sayıp diğerini yok sayamayız.
Madımak ve Başbağlar katliamları "zaman aşımı" oyunu ile tarihe havale edildi. Mesele tarihsel Alevi-Sünni çelişkisi ve Aziz Nesin'in kışkırtıcı tutumu ile açıklandı. Maalesef birçoğu inandı!
Türkiye'nin yeşil dokusunu, çoğu endemik tür olan yüzlerce canlıyı kaybediyoruz neden?
Sadece çevresel bir felaket değil, aynı zamanda derin bir kültürel yitim söz konusu. Her Temmuz ayında, Sivas, Madımak’ın acısı ve başbağların yanan ciğeri gibi, orman yangınlarının acısı da yüreğimizi dağlıyor. Ve bu kayıpların her biri, bizlere, unutmamanın, unutturmamanın ne kadar hayati olduğunu hatırlatıyor.
Bu felaketler karşısında sessiz kalmak, geçmişin hatalarını tekrarlamak demektir. Doğru müdahalelerin eksikliği, toplumsal bilinçsizlik, yetersiz cezai yaptırımlar bu acıları daha da derinleştiriyor. İhmalkâr davranışlar, hem geçmişte hem bugün, kayıplara yol açıyor. Her yıl anma programları yaparken çıkartamadığımız ders şu ki; ÜLKECE AYIK OLMALIYIZ.