AŞIYI BİZ NEDEN BULAMADIK?

Abone Ol

Nasreddin Hoca’nın meşhur yüzük fıkrasını bilirsiniz. Hocanınbahçede bir şeyler aradığını görenler ne aradığını sorarlar. Kaybettiği yüzüğünü aradığını söyleyen Hoca’ya yüzüğü nerede kaybettiği sorulunca verdiği cevap tuhaftır: 

“Samanlıkta kaybettim.” 

“Samanlıkta kaybettiğin yüzüğü burada niye arıyorsun?” diye sorulunca Hoca’nın verdiği cevap en saf akılları bile hayrete düşürecek cinstendir:

“Burası aydınlık da onun için.”

Her fıkrasında olduğu gibi Hoca’nın bu fıkrasında da toplumsal olaylara ve sorunlara ironik bir bakış açısıyla gönderme vardır.

Ömrünü geçirdiği 13. Yüzyılın çok önemli siyasal ve toplumsal olaylarını görüp yaşayan ve çözümü için kendince önemli tespitlerde bulunup çareler arayan Hoca’nın fıkraları günümüz sorunlarına da projektör tutmaktadır.

Fıkrada da altı çizildiği gibi bugünkü sorunlarımızın önemli bir bölümü kaybettiğimiz değerleri ve hakikatleri yanlış yerde ve zamanda aradığımızdan kaynaklanmaktadır.

İnsanın bir şeylerini kaybetmesinin farkına varması önemlidir ama bundan daha önemlisi nerede kaybettiğinin farkına varıp aramaya koyulmasıdır.

Bunun gibi, millet olarak kaybettiğimiz ve mumla arar hale geldiğimiz değerlerimizi de doğru yerde ve doğru zamanda aramak durumundayız

Yaklaşık 3 asırdır hakikati yanlış yerde ve zamanda arayan İslam aleminin geldiği nokta düşündürücüdür.

Analitik düşünme, sorgulama, metotlu çalışma yerine ezberci ve tekdüze bir eğitim anlayışı ve stratejisiyle olmamız gereken ligin çok altında bir yerlerde yerimizde sayıyoruz.

Maddi-manevi imkanlar, jeopolitik konumlar fırsat vermesinerağmen adeta varlık içinde yokluk yaşıyor, bir türlü istenilen hamleleri yaparak daha üst liglere taşınamıyoruz.

Bana öyle geliyor ki bir yerlerde yanlış ve stratejik hatalar yapıyoruz.

Çözüm nedir? Sorusunun cevabı öyle çok kolay ve hemen şurada denecek cinsten değil elbette.

Ancak bir eğitimci olarak çözümün önemli bir kısmının eğitim ve kültürel alandan geçtiğinin farkındayım.

Kaliteli bir hayatın yolunun kaliteli insanlardan geçtiği aşikardır. Sanırım bizim eğitim sistemimizin ta birkaç asırdan bu yana önemli sorunlarının temelinde bu eksiklik vardır.

Gerek din eğitiminde olsun gerek örgün ve yaygın diğer eğitim modellerinde olsun ezberci ve pragmatik metotlar ve uygulamalar yerine, daha rafine ve hayata dönük, insana dokunan bir anlayışa evirilmemiz gerektiği kanaatindeyim.

Bugün insanlığın covid illetiyle müptela olduğu şu çağda gönül isterdi ki aşıyı bizim insanımız bulsun ve geliştirsin.

Bu buluşun eğitim anlayışı kadar ekonomikalt yapıyla da çok yakından ilişkisini olduğunu biliyorum;lakin insana ve insanlığa bakış açısının burada çok daha ön planda olduğunu düşünüyorum.

Aslında bizim kültürümüz bu bakış açısına imkân veren bir yapıdadır ki bu yapıda halka (insanlığa) hizmet Hakk’a hizmet olarak algılanır.

Bu anlayışa göre, “ilim/hikmet Müslümanların nerede bulurlarsa almaları gereken yitiğidir.”

Bu kültürde “ilim, Çin gibi uzak diyarlarda bile olsa gidip almak” ve insanların yaranına kullanmak esastır.

Bunun yanında ibadetler noktasındaki bakış açımızın da sorunlu olduğunu düşünüyorum; ibadeti yalnızca abdest, namaz, oruç, hac gibi şekilsel birtakım ritüellere bağlamanın sonucudur bu aslında.

Elbette bu sayılanlar yerine getirilmesi gereken farzlardır ancak; düşünmek, çalışmak, üretmek, analiz etmek, insanlara karşı dürüst ve sorumlu davranmak, adaletli ve merhametli olmak vb. değerler de en az onlar kadar farzdır ve yaşatılması gereken hususlardır.

“Kim insanların ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir” diyen bir peygamberin ümmetine yakışan, bugün insanlığın ihtiyacı olan icatlar peşinde koşmasıdır.

Bunu gerçekleştirebilmenin yolu seccade ile makinayı birleştirmekten; akıl ile vahyi uzlaştırmaktan; ilim ile bilimin ikiz olduğundan hareketle inanan bilim insanlarını yetiştirmekten geçiyor.

Aksi takdirde bu kafayla inançsız bilim insanları, bağnaz ilim insanı ve softa hocalar yetişmesine zemin hazırlarız.

Einstein ’insözünü burada hatırlayalım; “Bilimsiz din kör, dinsiz bilim topaldır”

Sonuç olarak; “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer/9) buyuran Kur’an’ın; “bir saatlik tefekkür, bir yıllık nafile ibadetten üstündür” diyen Hz. Peygamberin mensupları olarak tekrar düşünmenin zamanıdır artık.

Hacı Bektaş Veli’nin sekiz asır önce söylediği söz boşuna değil; “(b)ilimden gidilmeyen sonu karanlıktır”

Aklın ve vahyin rehberliğinde aydınlık günler dileğiyle…