Adın Ne Reşit, Sen söyle sen işit

Abone Ol

            Başlıkta geçen diyalog, Erzincan’ın meşhur kalıplaşmış  deyimlerinden birisidir.  Bir defa söyleyince anlamayanlar için kullanılır.  Bu cümlenin elbette bir geçmişi var.  Onun için  bu cümle darbı mesel olarak dilden dile dolaşır durur.

            Bir cümlenin hikayesi olur da bir  türkünün, bir dağın, bir tepenin hikayesi olmaz mı?  Ebetteki olur.  Bu hikayelere bazen efsaneler diyoruz. Bazen kıssa, Bilgiye belgeye dayalı olanlara da  tarih diyoruz,

Halk edebiyatı ürünlerinden biri olan efsaneler, geçmişle günümüz arasında kültürel aktarımı sağlayan, insanın ve onun oluşturduğu kültürel yapının anlaşılmasına katkıda bulanan alanlardan biridir.

            Çok eski çağlardan beri söylenegelen, kaynağı ve ilk söyleyeni belli olmadığı halde yüzyıllar boyunca halkın benimseyerek sonraki kuşaklara aktardığı; genellikle olağanüstü olayları, kişileri ve konuları işleyen öykülere “efsane” denilmektedir. Bu tanım, efsanenin özelliklerini de içinde barındıran, kapsamlı bir tanımdır. Tanımdan anlaşıldığı üzere, sözlü edebiyat ürünü olan efsanelerin kaynağı belli değildir ve dilden dile aktarılarak bugüne kadar gelmişlerdir.

            En meşhur efsanelerden birisi var oluş destanı olarak ta bilinen Ergenekon’dur. Türklerin Ergenekon’dan çıkışlarını anlatır, zaman içerisinde Milletlerin doğuşunu anlatan çok sayıda efsane  anlatılmaktadır. Buna destan adı da verilse  bu bir efsanedir. Bunlardan pek çoğu ders kitaplarına girmiştir, Karacaoğlan, Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun da birer efsanedir.  Hatta Bu efsaneler arasında milletleri de aşarak milletlerarası  bir konuma gelmiş olanlar da vardır.

            Gelelim geçtiğimiz günlerde “Efsane yıkılıyor “ başlığı ile verdiğimiz  habere. Haberde Ekşisu kaplıcalarının bulunduğu bölgede bulunan tepenin  efsanelere konu olan bir tepe olduğunu, bu bölgenin tahrip edilmemesi gerektiğini yazmıştık.  Yazılı kaynaklarda bu bölgenin tarihi özelliğinin de bulunduğunu,  gelecek nesillere kültürün aktarımı için gerekli olacağını yazmıştık.

            Valilik üzerine düşeni yaptı ve Kültür Müdürlüğü ile Müze Müdürlüğünün görüşüne başvurarak  bölge ile ilgili düşüncelerini yazdı.  Yazıda “Müze Müdürlüğünün uzmanlarınca  hazırlanan raporda  söz konusu taşınmazın  sit alanı içerisinde yer almadığı , üzerinde ve yakın çevresinde  2863 sayılı kanun kapsamında  korunması gerekli herhangi bir kültür varlığının bulunmadığı tespit edilmiştir’ denildi.

            Sit alanı nasıl oluşuyor bir de ona bakalım, Birileri  diyor ki, biz atamızdan dedemizden duyduk, filanca kitapta bahsedilen filanca yer burasıdır. Eskilerden buralarda insanlar yaşamış, buradan eskiye ait materyaller çıkmış, burası sit alanı ilan edilsin diye müracaatta bulunuyor, Kültür Müdürlüğü de bu bilgiyi değerlendiriyor ve prosüdür uygulanıyor.

            Kültür Müdürlüğü  yazılanları çizilenleri bir araya getiriyor, bakanlıkla yazışıyor bölgeyi sit alanı ilan ediyor.  Bölgenin bu güne kadar sit alanı ilan edilmemiş olması büyük bir eksiklik.. Depremler zaten bir şey bırakmadı. Bari biz bu yıkıma  alet olmayalım.  Bölgenin sit alanı ilan etmesi çok zor değil.

            Hatta ve hatta  Erzincan merkez köyü olan Bahçeli’de aynı amaçla bir kale yıkılıp yok edildi.  Sökülen kayalar  mıcır haline getirilerek asfalt yapımında kullanıldı.  Buranın da  tescil kaydı olmadığı düşünülürse, verilen cevabın  ne anlama geldiği daha iyi anlaşılır.

            Sit alanı dediğimiz şey nedir? Önce ona bakalım. Tarih öncesinden günümüze kadar değişik çağların ve uygarlıkların kültür değerlerini temsil eden eser veya kalıntılara sit alanı denmektedir. Biz haberimizde bölgenin korunması gerektiğini ifade etmiş, Daha sonra da tepedeki taşları sökenin Erzincan Belediyesi olduğunu öğrenmiş ve Belediye Başkanı Cemalettin  Başsoy’la konuyu paylaşmıştık.  Vali Abdurrahman  Akdemir’i yolcularken  gene tarihi bir mekanda, Birinci Dünya Savaşı sırasında  Rus birliklerinin batıya geçmesini  önlemek için Türk kuvvetlerinin siper kazarak  nöbet tuttuğu,  Sakaltutan’daki mevzilerin hemen yanında kendisi ile bu konuyu konuşmuştuk.  Aradan geçen sure içerisinde gördük ki,  Tepe tamamen ortadan kaldırılmaya  azmedilmiş bir şekilde  çalışmalar sürüyor. Dün bölgeden geçtiğimde gördüm ki, taşların cazibesine kapılmış olan Belediye bir kültür varlığını bir tarihi mekanı yok etmek için  devasa iş makinaları ile  ortalığı kazmaya, tarihi tahrip etmeye devam ediyor.

            Tarihçi Tahir Erdoğan Şahin’in  Hayaşa Bölgesi tarihi adlı kitabının birinci cildinin  126 ve 127. Sayfalarında da  bölgenin tarihi bir mekan olduğu, burada bulunan tarihi eserlerin fotoğrafları yer almaktadır.

            Bir uyarının ardından yapılması gereken şey,  kazıya devam etmek değil küçük te olsa bir araştırma yapmaktır. Yoksa bunun adına kültür katliamı derler.         

            Hani benim adım “Reşit” ya,

Ben söyleyip ben işitiyorum.